Breakfast at Tiffany’s
Yönetmen: Blake Edwards
Oyuncular: Audrey Hepburn (Holly Golightly), George Peppard (Paul Varjak)
Sene: 1961
Türçe Adı: Çılgınlar Kraliçesi
Bir haftasonu kahvaltısından sonra izlenebilecek çok güzel bir pazar filmi Breakfast At Tiffany’s. Zaten adında da “kahvaltı” geçiyor 🙂 Filmi izlemeden önce hep “Tiffany’s adında bir kafede geçen bir sohbet” gibisinden bir beklenti vardı aklımda. Filmin adından sanıyorum. Fakat izleyince kahvaltı olayının başka şekilde ortaya çıktığını görüyoruz. Hüzünlü bir romantık komedi diyebiliriz bu film için. Audrey Hepburn‘nün sade güzelliği kadar George Peppard‘ın yakışıklılığı da göz alıcıdır filmde.
Breakfast At Tiffany’s’in Konusu
Hayatlarında tutunamamış iki kişi olan Holly ve Paul‘ün yolları bir gün bir apartmanda komşu olarak kesişir. Holly zengin bir koca bularak paraya kavuşmayı isteyen bir kadındır. Paul ise yazarlık yapmaya çalışan ve bunun için zengin kadınları kullanan bir adamdır. Tiffany’s isimli mücevher mağazası Holly’nin hayallerini süsleyen bir yerdir. Sabahları poğaçası ve kahvesiyle dükkanın önünde durup içeriye bakarak gün başlar.
Breakfast At Tiffany’s Yorumlarım (ispiyon içerir)
Filme adını veren kahvaltı sahnesiyle başlayıp komediyle karışık ilginç bir hikaye ile devam ediyor film. Karakterler gerçekten ilginç. Öyleki sabahın köründe daha kendine bile gelmeden hiç tanımadığı bir adamı evine buyur etmekten azıcık bile çekinmeyen bir kadın portresi, Paul adında bir çok kadının “hayır” demeyeceği bir tip… Filmin başlangıcı bu iki karakterin hayatta tutunamamasını anlatıyor. Sonra çabalamalar ve bu iki karakter arasındaki görünürde bir kadın erkek yakınlaşması olmasa da aslında kaçınılmaz olarak oraya kayıyor. Yangın merdiveniyle iletişim kurmaları güzel bir fikir. Ayrıca Holly’nin yangın merdiveninde gitarla şarkı söylemesi de güzel bir sahneydi:
Holly’nin uzun sigaralığı sanırım filmin en akılda kalıcı nesnesidir sanırım. Verilen partideki tipler ve olaylar komik olduğu kadar güzel karakter tahlilleri de sunar bize. Aslında romantik olan Holly’nin bir yandan da zengin bir koca bulması çabasını izliyoruz. Her perşembe yaptığı mesaj taşıma işini gerçekten saflığından mı yaptı yoksa farkında mıydı onu hala çözemedim ben 🙂
Filmde bir de kedi var ki evlere şenlik. Kedi de diğer karakterler gibi bir şahsiyet… Sadece konuşmuyor o kadar. Dili olsa neler söylerdi kim bilir? Filmin komedi unsurları arasında da en üst kat komşusu Mr. Yunioshi yer alıyor.
Geoge Peppard’ın A Takımı’nın başındaki beyaz saçlı amca olduğunu da hatırlatmak gerek… Demek ki alınan roller tesadüfi değil geçmişte yapılan işlere dayalı oluyor gerçekten.
Holly’nin kardeşinin ölüm haberi onun hayata tutunma çabalarını bir anda boşa çıkarıyor. Filmde çalan “moon river” da dinlenmeye değer filme ahenk veren güzel bir müzik. Ayrıca New York’a yapılan övgünün yanısıra belli bir süre uzak kalma isteği benim “İstanbul” için düşündüğümle birebir.
Son Söz
Eski filmleri seven, eski tarz romatik-komedi izlemek isteyenlere tavsiye ederim.